Bangladeş'in SosyoEkonomik durumunu değiştiren nobel ödüllü girişimci..
Grameen Bank, tek amacı en yoksul kesime mikro-kredi vermek olan ve bu amaçla kurulan bir kurum. Kurucusu Muhammed Yunus bu vizyonu nasıl hayata geçirdi? Yoksulluğun olmadığı bir dünya hayaliyle sokaklarda kredi dağıtmaya nasıl başlamış?
*
Her şey yirmi beş yıl önce başladı. Bangladeş'te bir üniversitede ekonomi dersi veriyordum. Ülke bir kıtlığın ortasındaydı. Kendimi çok kötü hissediyordum. ABD'de doktorasını yeni tamamlamış bir doktorun bütün şevkiyle üniversitedeki derslikte zarif ekonomi kuramları öğretiyordum. Ama derslikten çıkıp dışarıda dolaştığımda çevremde iskelete dönmüş, ölmeyi bekleyen insanlar görüyordum.
Ne öğrendiysem, ne öğretiyorsam, hepsinin insan yaşamı için hiç anlamı olmayan hayal ürünü hikayeler olduğunu düşünüyordum. Bu yüzden üniversite yerleşkesinin hemen yanındaki köydeki insanların nasıl yaşadığını öğrenmek için, çalışmaya başladım. Tek bir kişi için bile olsa, ölümü geciktirmek ya da durdurmak için bir insan olarak yapabileceğim herhangi bir şey olup olmadığını öğrenmek istiyordum. Her şeyi yukarıdan, gökyüzünden görmenizi sağlayan o kuş bakışı dünya görüşünü bir yana bıraktım. Tam önünüzde olanları bulmaya çalışarak bir solucan-bakışı dünya görüşü benimsedim: "Önündekini kokla, ona dokun, ne yapabileceğine bak!"
Özel bir olay beni yeni bir yöne götürdü. Bambu tabureler yapan bir kadınla karşılaştım. Uzun bir konuşmadan sonra, her gün ancak iki sent kazandığını öğrendim. Bir insanın bu kadar sıkı çalışıp bambudan böyle güzel tabureler yapabileceğine, yine de bu kadar az kar edeceğine inanamadım. Kadın bana tabure yapmak için bambu alacak parası olmadığından tüccardan borç almak zorunda kaldığını anlattı -üstelik bu tüccar bütün ürünü sadece kendisine, kendi belirlediği fiyata satmak şartıyla kadından mal alıyordu.
İşte iki sentin açıklaması. Neredeyse o adama bağlı bir işçiydi. Peki bambu kaça mal oluyordu? Kadın, "Yaklaşık yirmi sent, çok güzel bir şey yapmak içinse yirmi beş sent" dedi. "İnsanlar yirmi sent için acı çekiyor ve bu konuna kimsenin yapabileceği bir şey yok?" diye düşündüm. Ona yirmi sent versem mi diye düşünüp tanışırken aklıma başka bir fikir geldi.- böyle bir paraya ihtiyacı olan insanların listesini yapalım bakalım. Öğrencilerimden birini yanıma aldım, birkaç gün köyde dolaştık ve sonuçta kırk iki kişiden oluşan bir liste yaptık. İhtiyaç duydukları toplam miktarı çıkardığımda, hayatımın en büyük şokunu yaşadım: Toplam yirmi yedi dolar! Sıkı çalışan, becerikli kırk iki kişiye yirmi yedi dolar bile temin edemeyecek bir toplumun parçası olmaktan utanç duydum.
Bu utançtan Kurtulmak için, cebimden para çıkarıp öğrencime vererek; "Bu parayı al, konuştuğumuz kırk iki kişiye dağıt ve onlara borç verdiğimizi, ne zaman paraları olursa geri ödeyebileceklerini söyle. Bu arada, iyi bir fiyat bulur bulmaz, yaptıklarını satabileceklerini de söyle." dedim.
Parayı aldıktan sonra çok heyecanlandılar. Bu heyecanı görmek beni "Şimdi ne yapmalıyım?" diye düşündürdü. Üniversite yerleşkesinde bulunan banka şubesi aklıma geldi. Müdüre gidip ona köyde tanıştığım yoksul insanlara borç para vermesini önerdim. Ağzı açık kaldı! "Siz delisiniz." dedi, "Bu imkansız. Yoksul insanlara nasıl borç verebiliriz? Onlar kredi vermeye uygun kişiler değil." Ona neredeyse yalvardım ve "En azından bir deneyip görün-bu yalnızca küçük bir miktar" dedim. "Hayır" diye karşılık verdi, "kurallarımız buna izin vermez. Maddi teminat gösteremezler, hem bu kadar küçük kredi vermeye değmez." Bankacılık sektöründeki önemli kişilerle de buluştum. Herkes aynı şeyi söyledi. Birkaç günlük koşuşturmanın ardından en sonunda kendimi kefil gösterdim.
İşte böyle başladı. Parayı alan yoksulların parayı geri ödemeyeceği söylendi. Onların gözünde yoksul insanlar güvenlir değildi. İlk taksitleri ardı ardına ödediğimde ise "Yo, hayır, sadece seni aldatıyorlar. Çok geçmeden daha fazla para isteyecekler ve bir daha geri ödemeyecekler" dedi. Böylece bu iş benimle müdür ve onun en yüksek mevkideki meslekdaşları arasında bir tür meydan okumaya dönüştü. Daha büyük bir sayı, muhtemelen 5 köyün, bana dediklerini göstereceğini söyleyip durdular. Ben de bu işi 5 köyde yaptım, ama tek görünen herkesin borcunu ödediğiydi.
En sonunda, "Ne diye onları ikna etmeye çalışıyorum ki", diye düşündüm. Yoksul insanların borç alıp geri ödeyebileceğine bütünüyle ikna olmuştum. Niçin biz ayrı bir banka kurmuyorduk? Bu beni heyecanlandırdı, ben de teklifimi kağıda aktarıp bir banka kurma izni almak için hükümete gittim. Hükümeti ikna etmek iki yılımı aldı. 2.Ekim.1983'te banka olmuştuk -resmi, bağımsız bir banka. Hepimizi heyecanlandıran bir şey vardı: Madem kendi bankamız var, öyleyse istediğimiz gibi genişleyebiliriz. Gerçekten de genişledik.
**
Muhammed Yunus'un vizyoner ve azimli duruşuyla, Grameen Bank, 2,565 şubede yaklaşık 23 bin çalışanıy ile faaliyet gösteren, 180 milyon dolarlık satış hacminde bir banka haline geldi. Sosyo ekonomik kalkınma için gerçekleştirdiği bu eforu 2006 yılında nobel barış ödülü ile taçlandırıldı.
kn: Röportaj, Stephen R. Covey'in "8'inci alışkanlık bütünlüğe doğru" isimli kitabından alınmıştır.
*
Her şey yirmi beş yıl önce başladı. Bangladeş'te bir üniversitede ekonomi dersi veriyordum. Ülke bir kıtlığın ortasındaydı. Kendimi çok kötü hissediyordum. ABD'de doktorasını yeni tamamlamış bir doktorun bütün şevkiyle üniversitedeki derslikte zarif ekonomi kuramları öğretiyordum. Ama derslikten çıkıp dışarıda dolaştığımda çevremde iskelete dönmüş, ölmeyi bekleyen insanlar görüyordum.
Ne öğrendiysem, ne öğretiyorsam, hepsinin insan yaşamı için hiç anlamı olmayan hayal ürünü hikayeler olduğunu düşünüyordum. Bu yüzden üniversite yerleşkesinin hemen yanındaki köydeki insanların nasıl yaşadığını öğrenmek için, çalışmaya başladım. Tek bir kişi için bile olsa, ölümü geciktirmek ya da durdurmak için bir insan olarak yapabileceğim herhangi bir şey olup olmadığını öğrenmek istiyordum. Her şeyi yukarıdan, gökyüzünden görmenizi sağlayan o kuş bakışı dünya görüşünü bir yana bıraktım. Tam önünüzde olanları bulmaya çalışarak bir solucan-bakışı dünya görüşü benimsedim: "Önündekini kokla, ona dokun, ne yapabileceğine bak!"
Özel bir olay beni yeni bir yöne götürdü. Bambu tabureler yapan bir kadınla karşılaştım. Uzun bir konuşmadan sonra, her gün ancak iki sent kazandığını öğrendim. Bir insanın bu kadar sıkı çalışıp bambudan böyle güzel tabureler yapabileceğine, yine de bu kadar az kar edeceğine inanamadım. Kadın bana tabure yapmak için bambu alacak parası olmadığından tüccardan borç almak zorunda kaldığını anlattı -üstelik bu tüccar bütün ürünü sadece kendisine, kendi belirlediği fiyata satmak şartıyla kadından mal alıyordu.
İşte iki sentin açıklaması. Neredeyse o adama bağlı bir işçiydi. Peki bambu kaça mal oluyordu? Kadın, "Yaklaşık yirmi sent, çok güzel bir şey yapmak içinse yirmi beş sent" dedi. "İnsanlar yirmi sent için acı çekiyor ve bu konuna kimsenin yapabileceği bir şey yok?" diye düşündüm. Ona yirmi sent versem mi diye düşünüp tanışırken aklıma başka bir fikir geldi.- böyle bir paraya ihtiyacı olan insanların listesini yapalım bakalım. Öğrencilerimden birini yanıma aldım, birkaç gün köyde dolaştık ve sonuçta kırk iki kişiden oluşan bir liste yaptık. İhtiyaç duydukları toplam miktarı çıkardığımda, hayatımın en büyük şokunu yaşadım: Toplam yirmi yedi dolar! Sıkı çalışan, becerikli kırk iki kişiye yirmi yedi dolar bile temin edemeyecek bir toplumun parçası olmaktan utanç duydum.
Bu utançtan Kurtulmak için, cebimden para çıkarıp öğrencime vererek; "Bu parayı al, konuştuğumuz kırk iki kişiye dağıt ve onlara borç verdiğimizi, ne zaman paraları olursa geri ödeyebileceklerini söyle. Bu arada, iyi bir fiyat bulur bulmaz, yaptıklarını satabileceklerini de söyle." dedim.
Parayı aldıktan sonra çok heyecanlandılar. Bu heyecanı görmek beni "Şimdi ne yapmalıyım?" diye düşündürdü. Üniversite yerleşkesinde bulunan banka şubesi aklıma geldi. Müdüre gidip ona köyde tanıştığım yoksul insanlara borç para vermesini önerdim. Ağzı açık kaldı! "Siz delisiniz." dedi, "Bu imkansız. Yoksul insanlara nasıl borç verebiliriz? Onlar kredi vermeye uygun kişiler değil." Ona neredeyse yalvardım ve "En azından bir deneyip görün-bu yalnızca küçük bir miktar" dedim. "Hayır" diye karşılık verdi, "kurallarımız buna izin vermez. Maddi teminat gösteremezler, hem bu kadar küçük kredi vermeye değmez." Bankacılık sektöründeki önemli kişilerle de buluştum. Herkes aynı şeyi söyledi. Birkaç günlük koşuşturmanın ardından en sonunda kendimi kefil gösterdim.
İşte böyle başladı. Parayı alan yoksulların parayı geri ödemeyeceği söylendi. Onların gözünde yoksul insanlar güvenlir değildi. İlk taksitleri ardı ardına ödediğimde ise "Yo, hayır, sadece seni aldatıyorlar. Çok geçmeden daha fazla para isteyecekler ve bir daha geri ödemeyecekler" dedi. Böylece bu iş benimle müdür ve onun en yüksek mevkideki meslekdaşları arasında bir tür meydan okumaya dönüştü. Daha büyük bir sayı, muhtemelen 5 köyün, bana dediklerini göstereceğini söyleyip durdular. Ben de bu işi 5 köyde yaptım, ama tek görünen herkesin borcunu ödediğiydi.
En sonunda, "Ne diye onları ikna etmeye çalışıyorum ki", diye düşündüm. Yoksul insanların borç alıp geri ödeyebileceğine bütünüyle ikna olmuştum. Niçin biz ayrı bir banka kurmuyorduk? Bu beni heyecanlandırdı, ben de teklifimi kağıda aktarıp bir banka kurma izni almak için hükümete gittim. Hükümeti ikna etmek iki yılımı aldı. 2.Ekim.1983'te banka olmuştuk -resmi, bağımsız bir banka. Hepimizi heyecanlandıran bir şey vardı: Madem kendi bankamız var, öyleyse istediğimiz gibi genişleyebiliriz. Gerçekten de genişledik.
**
Muhammed Yunus'un vizyoner ve azimli duruşuyla, Grameen Bank, 2,565 şubede yaklaşık 23 bin çalışanıy ile faaliyet gösteren, 180 milyon dolarlık satış hacminde bir banka haline geldi. Sosyo ekonomik kalkınma için gerçekleştirdiği bu eforu 2006 yılında nobel barış ödülü ile taçlandırıldı.
kn: Röportaj, Stephen R. Covey'in "8'inci alışkanlık bütünlüğe doğru" isimli kitabından alınmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder